Siyasetin Politik-Teolojisi


Teoloji ile politika arasındaki ilişki konusu uzun bir tartışmayı gerektirir. Tartışmalar teoloji ile politikanın uyuşmazlığı şeklinde de özetlenebilir. Bu uyuşmazlığın, din ile felsefe (vahiy-akıl) arasında bulunan o eski uyuşmazlığın bir ürünü olarak görülebilir. Teolojinin politika ile ilişkisi sonuçta devlet veya iktidarı ayakta tutan “aşkın” bir ilişkilenmenin ifadesidir. Varlığını “Kutsal Kitab”a dayandıran bu bağ aynı şekilde teolojiye dayalı toplum oluşturmada manevi bir duruma işaret eder. Burada esas olan iktidar, güç ve devlet yönetiminde teoloji ile nasıl ve niçin ilişkilendiğidir.

En başından belirtelim ki, sözkonusu bu ilişkilenmenin teolojinin esasını oluşturan Tanrı, kutsal ve inanç savunusu çerçevesinde olmadığıdır, zira günümüzde politik değerlendirmelerde öne çıkan “teoloji-politik” olanın pratik siyasete neden ilgi duyduğudur. Muhafazakâr, sosyalist ve liberal politikacılarda izine rastlanan bu ilişki, günümüzün siyasi olgu ve olaylarını değerlendirmede hâkim bir başvuru kaynağı olarak ele alınmaz, ancak buna rağmen çoğu zaman kutsaldan arındırıldığı iddia edilen birçok konuda teolojinin amaçların gerçekleştirilmesinde güçlü bir araç olarak kullanıldığı görülmektedir. Bu tür olgular çoğu zaman teoloji ile politika arasında kabul edilen ilişkinin anakronik ve hatta patolojik bir durum olarak değerlendirilmesine yol açar. Politik teolojinin günümüzde istisnai bir konuma sahip olması meşruiyetini yitirmediğini gösterir.

İnsanın din ve mitoloji ile ilişkisi sadece hayatına anlam kazandırmakla sınırlı kalmaz, aynı zamanda onunla tarihsel ve siyasal bir bağ da kurar. Bir başka deyişle, onu politik her eylemin merkezine yerleştirir. Dolayısıyla iktidar ve iktidar mekanizmaları, otorite ve devlet gibi siyasal alanlarda din ve mitoloji ile etkileşim “teoloji-politik” gibi sosyolojik bir gerçekliği doğrudan ortaya çıkarır. Haliyle insanın siyasi tarihin her evresinde din ve mitolojilerle inşa edilmiş bir “teoloji-politik” süreç ile yakından ilgilendiği söylenebilir. Bu açıdan teoloji-politik sadece iktidar ve iktidara özgü araçlar kullanmaz, aynı şekilde kutsal metinler, inanç, itaat ve Tanrı gibi kavramları merkeze alarak insana toplumsal konulara ilişkin olgu ve olaylardan müteşekkil bir düzine bilgi de sunar. Bu nedenle insanın siyasal ve sosyolojik bir ilişki olarak teolojiyi anlama, onunla politik olanı biçimlendirme veya onunla iktidar ve toplumu ele geçirerek mutlak hükmetme arzusu insanlık tarihinin her evresinde görülebilir.

Birçok toplumda “politik-teoloji” devlet ve devlete özgü kurumları şekillendiren, onlara egemenliğe dair meşruiyet kazandıran bir araç olarak öne çıkar. Bu araç, devlet veya iktidarın siyasi ve hukuki gücün kullanılmasını meşrulaştırır ve ona kutsallık ve dokunulmazlık kimliği kazandırır.

Farklı dönemsel etkileşimler olsa da “politik-teoloji” Antik Yunan’dan Roma’ya,  Ortaçağ’dan İslam dünyasına ve modern döneme kadar her alanda etkisini göstermiştir. Buna din-devlet, din ve siyaset ilişkisinin ortadan kaldırıldığı iddia edilen ve sekülerizm çağı diye tanımlanan aydınlanma düşüncesi de eklenebilir.

Bir başka deyişle, “politik-teoloji”nin zaman ve mekâna ilişkin gücü ve etkisi farklılaşsa da ulus devletten politik ideolojilere, modern demokratik hukuk devletinden monarşiye,  tekçi totaliter rejimlerden merkeziyetçi devletlere kadar her dönemde bir şekilde izlerini görmek mümkündür.

Bu nedenle Carl Schmitt, modern devlet kuramının getirdiği bütün önemli kavramların dünyevileştirilmiş ilahiyat kavramları olduğunu söylemektedir. Ona göre yalnızca tarihsel gelişimleri nedeniyle değil, kavramların sosyolojik olarak incelenmesi noktasında anlaşılması gereken yapıları bakımından da dünyevileştirilmişlerdir. Örneğin Tanrı, her şeye kadir kanun koyucu halini almıştır. Olağanüstü halin hukuk bakımından taşıdığı anlam ise mucizenin ilahiyat için taşıdığı anlama benzemektedir. (Carl Schmitt, Siyasi ilahiyat,  çev. Emre Zeybekoğlu, Dost Kitabevi Yay. s. 41). Bu nedenledir ki, politik olanın teolojiyle bağı modern dönemde de olsa hiç kopmamıştır. Yani politik olanın teolojiyle bağı her zaman olmuştur.

Tarihsel olarak bakıldığında politik teolojinin kökeninin çok eskilere dayandığı görülür. İlkel kadim topluluklardan günümüz modern topluluklara kadar bunun etkileri görülmektedir. Bu topluluklarda teoloji-din sadece doğa olaylarına açıklamalar getirmekle kalmaz, yöneten veya yönetilen, devlet veya toplum, hukuk veya yasa ilişkilerine dair teolojik ve mitsel meşrulaştırma işlevi de görür. Örneğin Antik Yunan’da “Filozof kral”, Hristiyan Ortaçağ’da krallığın, Müslüman dünyada ise padişahın ilahi-teolojik kökene dayandırıldığına inanılır. Hatta onlara göre yöneticiler egemenliklerini doğrudan ondan alır. Dolayısıyla politik olanın varoluşu için teoloji bir şekilde iktidarın meşruiyet inşasında önemli bir araçtır. Bir başka deyişle teolojiden gelen bir esinle iktidara otorite kazandırılmaya çalışılır. Bu teoloji-politik anlayış daha sonra devlet ve iktidarları tartışmasız ve mutlak bir güç olarak meşrulaştırarak dinin politik olarak araçsallaştırılmasına ya da kurumsallaşmasına imkân oluşturur. Dolayısıyla teoloji-din, devlet”e büyük bir güvence sağlar. Bir başka deyişle “Kilise alınyazısını Sezar’ın alınyazısıyla birleştirmiş” oldu.  

Mesela “iki Kılıç Doktrini, Orta Çağ boyunca Avrupa siyasetine yön vermiş bir kuramdır. Papa I. Gelasius’la başlayan öğreti, bu dünyanın esas olarak iki güç eliyle; rahiplerin kutsal yetkileri ve kralların iktidarları tarafından yönetildiğini vurgular. Bununla birlikte siyasi liderlerin din adamlarının yetkisi altında olmasından dolayı dinsel düzene hükmetmek değil itaat etmekle yükümlü olduğunu, aynı şekilde “rahiplerin de gücün Sezar tarafından verildiğini bilmesi gerektiğini savunur.”

Görüldüğü üzere “politik teoloji”, gerek Antik Çağ’da gerek Ortaçağ’da gerekse de İslam dünyasında politik olanın başat meselesidir. Böylelikle dini kurumlar devlet mekanizması (devletin dini) içinde konumlandırılarak sivil teolojiden politik teolojiye doğru bir kurumsallaşma gerçekleşir ve din devletin tekelinde bir kurumsal kimliğe evrilmiş olur. Örneğin “Hristiyan devleti”, “Yahudi devleti” ve “İslam devleti” gibi tanımlamalar sözkonusu bu “devlet dini” anlayışının birer yansımasıdır. Politik-teolojiye ilişkin eserleriyle de tanınan ünlü filozof Saint Augustinus’un “Tanrı devleti” başlıklı eseri bu konuda önemli bilgiler sunar. “Hristiyan Devleti”ni Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi olarak gören Augustinus, ebedi huzura ulaşmayı ise kiliseye itaat ile ilişkilendirir.

Devletin tekelinde gelişen dini kurumların siyasal iktidarla karşılıklı bir ilişki içerisinde olması devleti bir güç odağına dönüştürür. Bir başka deyişle, politik-teolojik kavramsallaştırma kutsal ile kutsal olmayan arasında değil, devlet ile toplum arasında bir yönetim ilişkisine dönüşmüş olur. Zira imparatorluklardan ulus devlete doğru evrilen süreç içerisinde krala veya hükümdara atfedilen tanrısal yetkiler devlet ve ulusa tevdi edilir. Halkın hükümdara, kiliseye veya krala itaati yerini devlete ve iktidara, partiye, cemaate bırakır. Böylelikle Tanrısal hukuka sahip hükümdar, yerini “devlet”e bırakır ve devlet kamunun selameti için her şeyi kendine tabi kılar. Politik-teoloji böylece muktedirlikten araçsallığa doğru bir geçiş yaşar ve devlet mekanizmasının hizmetinde faaliyet göstererek siyasal iktidara uhrevi bir boyut kazandırarak onları yüceltir ve otoritelerini pekiştirmiş olur. Bu itibarla, Ortadoğu’da siyasal hareketlerin oluşumunda geçmişte de bugün de din, kutsallık ve politik-teoloji ile örülü bir teoloji-politik aracı olarak her daim karşımıza çıkar.

Kısacası Antik Yunan’dan modern devlete giden süreçte politik-teoloji her zaman var olmuş, kiminde araçsallaştırılmış kiminde ise dönüştürücü unsur olarak siyaset sahnesinde güçlü bir şekilde rol almıştır. Bugün ise politik-teolojinin özellikle de İslam dünyasında etkinliği devam etmektedir.

Dinle tarihsel, politik ve teolojik bağın kurulması ve iktidar gibi alanlarda karşılıklı kullanılması hâlâ geçerli bir durum ve bu durum doğal olarak politik-teoloji gibi kavramların etkisini her defasında gündeme taşır.

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kürt Milliyetçiliği: İlerleme

Kürtler: Millet Olamayan Halk

"Wilsoncu Moment"in Kürt Milliyetçiliğine Etkileri