Adem-i Merkeziyet Tartışmaları Bağlamında Kürtler
Üniter devlet bağlamında “yetki genişliği”, “egemenlik” ya da “güç paylaşımı” veya adem-i merkeziyet vurgusu şüphesiz Türkiye’nin en önemli konularından birisidir; özellikle de yeni anayasa yapımının tartışıldığı bugünlerde. Yetki genişliği/yetki aktarımıyla oluşturulan siyasi ve idari özerk bölgesel yapılar söz konusu egemenliğin yanı sıra güç paylaşımı gibi konular bu kapsam çerçevesinde değerlendirilir. Bu bağlamdaki tartışmalar, günümüz üniter ulus-devlet örgütlenmenin bulunduğu coğrafyalardaki tarihsel ve siyasal geleneğin mevcut sosyo-politik izlerini taşır. Kürtlerin içinde bulunduğu mevcut durumu ve olası gelişmeleri anlamada söz konusu bu sosyo-politik geleneği ve tarihsel süreci dikkate almaları gerekir.
Yeni anayasa yapımına ilişkin
tartışmalar yeniden hız kazanmaya başladı. Bu nedenle idari, mali ve siyasi
adem-i merkeziyetçilik uygulamalarına ilişkin konuların da Kürtler açısından gündeme
getirilmesi son derece anlamlı olacaktır. Tartışmaların Türkiye’de “demokratikleşme” ve bu bağlamda “Kürt sorunu”nu
anlama çabalarına önemli bir katkı sunacağı şüphesizdir. Tartışmaların bu
paralelde gelişmesi Türkler ve Kürtler açısından son derece önemlidir. Uluslararası gelişmeler göz önüne alındığında
adem-i merkeziyet uygulamasının Türkiye gibi ulusa dayalı üniter devlet ve
merkeziyetçi yönetimler açısından tartışılması ve buna uygun anayasal
düzenlemeler yapılması Kürtler açısından da rasyonel bir yaklaşım olur. Devlet
merkeziyetçiliği hiyerarşisi gibi sert ve katı politikaların yürütüldüğü bu
durumda özerk ya da yarı özerk, siyasi veya idari adem-i merkeziyet vurgusunun
öne çıkarılması ve “Kürt sorunu”nun ele alınmasına yönelik kısmi bir reçete
olarak sunulması anlamlı olacaktır.
Kamu hizmetlerinin tek bir
merkezden yürütülmesi veya bu merkez hiyerarşisine bağlı organlar tarafından
yürütülmesi anlamına gelen merkeziyetçiliğin, milliyetçiliğin yükselmesiyle,
özellikle de on dokuzuncu asrın ikinci yarısından itibaren etkili olduğu
görülür. Cumuhuriyetin ilanıyla beraber Kürtler gibi diğer ulusların tasfiyesi
merkeziyetçi ulus-devletin temel paradigmasını oluşturur.
Bugünlerde yeniden gündeme
gelen merkeziyet ve adem-i merkeziyet tartışmalarında konunun nirengi noktasını
adem-i merkeziyetin keyfiyeti oluşturmaktadır. Zira idari anlamda adem-i
merkeziyetin kabulü konusunda gösterilen kısmi iyimserlik ve revisyonit
yaklaşım ile ucu federalizme çıkan ve üniter ulus-devlet yapısına aykırı kabul
edilen siyasi düzeyde adem-merkeziyet tezi aynı iyimserlik çerçevesinde kabul
edilmemektedir. Ancak buna rağmen siyasi, idari ve yanı sıra mali adem-i
merkeziyetçi tartışmaların siyasi ve sosyolojik gerçekliğinin olduğu ve bu
hususta büyük bir toplumsal sözleşmeye ihtiyaç duyulduğu söylenebilir.
Nalbant’a göre özerklik kavramı günümüzde devletin ulus altı bir topluluğa,
kendi organlarıyla kendi işlerini yönetme yetkisinin tanınmasıdır. Eğer bu
yetki sadece idari bir alanla sınırlı ise bu durumda idari özerklikten, yok
eğer bu yetki siyasal alana da girmekteyse siyasal özerklikten bahsedilebilir
(Atilla Nalbant, Üniter Devlet Bölgeselleşmeden Küreselleşmeye, On İki Levha
yay. s 47). Nalbant, federatif özerkliğin siyasi ve idari özerklikten çok daha
gelişkin olduğunu ayrıca belirtir.
Adem-i merkeziyetçiliği teşvik
eden böylesi bir düzenleme Kürt meselesini anlamaya ve çözümün hangi konuda
tartışılmasına katkıda bulunacaktır. Bir diğer ifadeyle Kürtler üzerlerinden
baskıların kaldırılması ve bölgelerinde idari-siyasi anlamda kendini yönetiyor
olmaları veya ulusal bir hak olarak kendi kamusal alanlarını inşa etmesi “katılımcı
demokrasi” çabalarına önemli bir ivme kazandıracaktır.
Kürtlerin kollektif hak ve siyasal bir statü
talebinin öne çıkarılması aynı zamanda Türkiye siyasetini yanı sıra Türkiye
toplumunu Kürtlerle ilişkisinde yeni dönemi zorunlu hale getirecektir. Bu
bakımdan Kürtler adem-i merkeziyetçiliğin vaat ettiği sonuca yani mali, idari
ve siyasi yetkilendirilme stratejisini özcü ve istisnasız bir tutarlılıkla
gündeme getirerek sıkılaştırmalılar. En yaygın anlamıyla bu ısrar, Kürt
siyasetine ve Kürt siyasal kesimlerine önemli fırsatlar sunmuş olacaktır.
Ayrıca bu politik iklim Kürt kamuoyunun kendini dönüştürmesine, ulusal ve yerel
yarar elde etmesine, yeni stratejiler kazanmasına, yönetim krizinin aşılmasına
ve her şeyden önemlisi kolonyal baskılanmaya karşı elini güçlendirecektir.
Kendini yönetememe krizi olarak öne çıkan “Kürt
sorunu”nun günümüzde de güncelliğini koruyan adem-i merkeziyet üzerinden ele
alınması zorunludur. Çünkü Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte Kürtlerin üniter
ulus-devlet bünyesinde nasıl tutulacağı hususunda ileri sürülen tezlerin
tartışmaları bugüne değin devam etmektedir. İmparatorluk döneminin geride
kaldığı ve yerine inşa edilen ulus devletin merkezileştirerek hakim kimlik
olarak konumlandırdığı egemen Türklük tanımı diğer ulusal kimlikleri eritmek ve
yok etmek üzerineydi. Osmanlının heterojen yapısının aksine Türklük homojen bir
kimliğin iktidar gücünü simgeliyordu. Üniter ulus devlet özelinde Kürtler yeni
bir temsil sorunu ile karşı karşıya kalarak tektipleştirici politikaların öne
çıkan mağdurları haline gelmiş oldular. Bir ulusun sahip olabileceği temel hak
ve özgürlüklerden mahrum bırakılan Kürtlerin taleplerine duyulan ihtiyaç
bugünlerde etkisini daha zorunlu bir şekilde hissettirmektedir.
Osmanlı’dan devralınan ve cumhuriyet ile birlikte
güçlenen merkeziyetçi ve üniter yapının inşasına yönelik sosyo-politik
uygulamalar, Kürdistan coğrafyasında olumsuz birçok uygulamayı da beraberinde
getirdi. Bir diğer ifadeyle üniter devlet, bir yandan merkeziyetçi ve üniter yapıyı
güçlendirirken öte yandan Kürdistan’da özerk siyasi yapılara son vererek
Kürtleri uzun erimli bir çözümsüzlükle karşı karşıya bıraktı.
Yorumlar
Yorum Gönder